Issız köylerden insan manzaraları

Dobruca'nın buğdayı, toprağı, havası "altın" derken, insan unsurunu arka planda bırakıyoruz hep. Tarihten gelen klişe tanımlamalar bile geçerliliğini yitiriyor."altın ovanın" insanlarını tanıdıkça. Sıcaklığın 35 dereceyi geçtiği bir öğlen, yine çeşme musluklarında damla su yok ve kendimizi Kıdırşık çeşmesine atmakta buluyoruz çareyi. Komşu köy Guslar'ın merkezindeki bu çeşme ne düğünlere, seyranlara, sohbetlere, ne güzel buluşmalara sahne olmuştur yıllar yılı. Zamanında köyün saz grubu ününü çok uzaklara taşımış, uğruna destanlar yazılmış Kıdırşık (Kadir Aşık) çeşmesinin. 20 yıldan sonra ilk kez bu hafta gittim, şarıl şarıl akan suları bizi kavurucu sıcakta serinletti, fakat bir başka gerçek içimi güneşten daha çok yaktı. Bir hanesi bile kalmamış Guslar'ın. Herkes göç etmiş-kimisi Türkiye'ye, kimisi komşu köy ve kentlere, hayatlarını kazanacakları yerlere.

Sıcaktan bunalmış gibi sallana sallana beş keçi yaklaşıyor çeşmeye ve susuzluğunu gidermek için uzun, uzun oluklardan ayırmıyor başlarını. Arkalarından da etekleri yerde sürüklenen bir kadın yaklaşıyor bize. Ayşegül abla. Yeleği sırtında yılını unutmuş, ayağındaki şalvar bir zamanların "Türkiye kadifelerinden" kırmızı güllü olmalıymış, galoşlar yırtık, yüzü soluk, yılların değil, çilelerin izleri suratını yüzlerce kırışıkla parsellemiş. O mu keçilerini güdüyor, keçiler mi onu- belli değil. Hayvanlar hayatından memnun görünüyor, her yerde yeşil otlar, çalılar, bir de buz gibi suyu içtiler mi-şikayetleri yok. Kendi aralarında da oynaşır, zıplarlar, Ayşegül ablaları umurlarında değil. 

Hiç kimsenin umrunda olmamış zaten hayatı boyunca Ayşegül abla.
Oturdu yanıma içini döktü. Yapayalnız kalmış tüm köyde, kocası ölmüş, oğulları başka yerlere taşınmış, evi yıkılmış, gönlü kararmış, yüzü gülmemiş...anlattıkça anlatıyor. İçkici koca sabah akşam dememiş, arifesinde de Bayramı'nda onu hep dövmüş, ak gün görmemiş. Keçilerine vurmasın diye, eşi sopayı karısının sırtında oynatmış,ellerine geçen beş kuruş hep horemagta (köy meyhanesinde) rakıya harcanmış. Ayşegül ablanın sağ gözü kapalı, koca dayağı sonucu, bacağında büyük bir yara izi- geçmiş artık. Ama asla geçmeyecek ve sızısı tükenmeyecek bir yara var onda- ezilmşliğin, harcanmışlığın ve hayal kırklığının acısı. Telli duvaklı gelin olduğunda 1960'larda ne hülyalar beslemişti sevgilisine geldiğinde, öteki gençler gibi yuva kuracak, çocukları olacak, hayvancılıkla, tütüncülükle hayatlarını kazanacak,Bayramlarda, düğünlerde yeni elbiselerini giyecek ve küçücük dünyasında mutlu olacaktı.

Ama olmadı- kutu kadar küçücük mutluluğu bile esirgedi hayat ondan.
Kocasının dayakları, parasızlığın darboğazı derken, hayat da onu cezalandırdıkça cezalandırdı. Oğlu  psikolojik sorunlarla dünyaya geldi, babasından gördüklerini o da aynen benimsedi ve babasının ölümünden sonra, anasına karşı işkenceyi o devraldı. Geçenlerde gelip, oğlunu köyden götürmüşler, Ayşegül abla da rahata ermiş. Siz öyle zannedin, gene ağlıyor-bu kez de yalnız kaldım" diye. Ayşegül abla sönük gözlerinden yaşlarını siliyor ve elimdeki bisküvilere göz dikiyor. Nasıl da düşünememiştim onun aç olduğunu, bir çırpıda bitirdi paketi, ayağa fırladı. Eve gidecekti- ev dediği ise üzerine her an yıkılabilecek bir kulübe. Suyu yok, elektiği yok, yakında bir yılan yuvası görmüş, keçilerinden birini geçen akşam çalmışlar, peçkası (
ocağı) olsa, ekmek yaparmış, ama o da yok, emekliye çıkabilse, ama kasabaya gidecek parası yok- yok da yok, yok...Umut- zaten çoktan yok.

Eteklerini gene sürükleye sürükleye gitti Aşıkların Çeşmesinden Ayşegül abla. Sürünerek geçirdiği hayatın ağırlığı ise, belini ikiye bükmüş ve 60 yaşındaki kadın yüz yılın acısını alıp, uzaklaştı mum ışığının bile aydınlatmadığı evine.

Not. Bir gün yolunuz düşerse Kıdırşık çeşmesinden, Ayşegül abla orada sizi bekliyor olacak. Hikaye kahramanı değil, 2010 Temmuz'undan bir insan manzarası